. Büyük Harp sırasında başlayan böbrek rahatsızlığı uzun süreler devam etmişti. Böbrek rahatsızlığı nedeniyle 1918’de Avusturya’da Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüştü.Millî Mücadele esnasında da böbrek sancılarının devam ettiği, Sakarya öncesinde üç kaburga kemiğinin kırıldığı bilinmektedir. Cumhurbaşkanlığı döneminde, 1924 ve 1927’de kalp rahatsızlıkları geçirmişse de gerekli tedavi sonucunda sağlığına kavuşmuştu. 1936’da da soğuk algınlığı sonucu ateşli bir akciğer rahatsızlığı geçirmişti. Bu gelişmelere rağmen, yakınları onun gayet sıhhatli olduğu kanısındaydılar. Ancak 1937 başlarından itibaren Atatürk’ün durumunda yukarıda belirtilen rahatsızlıklar kendini göstermeye başlamıştı. Ancak bu belirtiler gerektiği gibi ciddiye alınmamış geçici tedbirlerle yetinilmişti.Atatürk’ün rahatsızlığına ilk teşhisi koyan Yalova Termal Kaplıcaları Müdürü Dr. Nihat Reşat Belger’dir. 22 Ocak 1938’de Dr. Belger kendisini muayene ettiğinde tereddüt etmeden teşhisini koyar. Kaşıntının sebebi karaciğer büyümesi ve sertleşmesidir. Kesin tanı için özel doktoru Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp çağrılır. Onun da teşhisi aynıdır. Hastalık sirozdur Ciddi bir perhiz ve istirahat gereklidir.Atatürk bir kaç gün dinlenir 1 Şubatta Gemlik Suni İpek Fabrikasını, 2 Şubatta Merinos Fabrikasını açmak için Bursa’ya gelir. Fabrika açılışlarını yapar. Düzenlenen baloya katılır. Dans eder. Sarı zeybek oynar. Yorulur. Çıkışta geceleyin bir süre soğukta yürür. Ertesi gün Dolmabahçe sarayına döndüğünde bitkindir. Ateşlenmiştir. On günlük bir tedaviden sonra zatürre atlatılmıştır.Ancak Ankara’da Balkan Antantı toplantısı vardır. 25 Şubat 1938’de Ankara’ya yanında İsmet İnönü olduğu halde döner. Ankara’da Balkan devlet adamları ile uzun görüşmeler yapar, Şereflerine ziyafetler verir.Bütün bu çabalar O’nu çok yormuştur. Hastalığının artması üzerine, 6 Martta Türk doktorları tarafından kendisine bir konsültasyon yapılmıştır. Fransa’dan da tanınmış uzman Prof. Dr. Fiessinger davet edilir. Fransız profesör teşhisi doğrular (28 Mart 1938). Fransız Profesör Atatürk’e “Büyük kumandan büyük harpler yaptınız. Muzaffer oldunuz. Ama bu işin kumandanı da benim. Siz bana tâbi olacaksınız, bana yardım edeceksiniz” der. Bu ifade Atatürk’ün hoşuna gider ve doktorun tavsiyelerine uymaya gayret eder.Hastaya mutlak dinlenme ve perhiz öngörülmüştür. Hükümet ilk defa 30 Martta Cumhurbaşkanının hastalığı ile ilgili resmî bir bildiri yayınlar. Bildiride, Fiessinger’in muayenesi sonucunda Atatürk’ün sağlığında endişe edilecek bir durum olmadığı ve kendine bir buçuk ay dinlenmenin yeterli görüldüğü belirtilir.Ancak Atatürk Cumhurbaşkanlığı görevini aksatmadan yürütmek ve bilhassa kişisel bir meselesi gibi algıladığı Hatay sorununu sonuçlandırmak kararındadır. Fransa’nın Hatay işini savsaklamasından rahatsızdır. Türkiye’nin bu konudaki kesin kararlılığını göstermek için 20 Mayıs’ta Mersin’de askeri birliklerin geçit törenini izler ve 24 Mayıs’ta Adana’da askerî birlikleri denetler, Ankara’ya döndüğünde bitkindir. Ankara’da sadece bir gün kalır. 26 Mayıs’ta İstanbul’a hareket eder. Bu artık Ankara’ya dönüşü olmayan bir yolculuktur. Deniz havasının kendisine iyi geleceği ümit edilmektedir. Bu iş için güzel bir yat, Savarona alınmıştır. 29 Mayıs’ta yapılan muayenede karnında su toplanmaya başladığı görüldü. 1 Haziran’da Savarona yatına girer ve 25 Temmuz’a kadar orada kalır. Artık üzüntülü günler başlamıştır. Geminin içi yaz sıcağında kavrulmaktadır. Oraya buraya serpiştirilen buzlar havayı serinletmeye yeterli değildir. 8 Temmuz’da Prof. Fiessinger 2. defa gelir. Gerekli uyarılarda bulunur. Mutlak istirahat önerisine rağmen, Atatürk, 9 Temmuz’da Savarona’da Bakanlar Kuruluna saatlerce başkanlık eder, yorulur. Fiessinger 16 Temmuz’da 3. defa gelir. Hastanın durumu nazikleşmiştir. 24/25 Temmuz gecesi Dolmabahçe sarayına nakledilir.Artık hastalığın üçüncü evresi başlamıştır. 31 Temmuz-8 Ağustos arasında Viyana ve Berlin’den gelen profesörlerle Türk meslektaşları Atatürk’e konsültasyon yaparlar. Ancak hastalığa bir çare bulamazlar.Hastalığına rağmen, Atatürk Saray’da Başbakan, Bakanlar, elçiler, komutanları kabul ve ülke meselelerini sürekli takip etmekteydi. 3 Eylül 1938’de Hatay Devletinin kuruluşunu “Cumhuriyet Hükümetinin bir başarısı olarak” coşkuyla kutladı. 5 Eylül’de vasiyetini yazdı. Buna göre: “Sahip olduğu bütün para ve hisse senetleriyle Çankaya’daki taşınır taşınmaz mallarını CHP’ye bırakıyordu. Ancak para ve hisse senetleri İş Bankası tarafından faizlendirilecek, her sene faizden yaşadıkları sürece adını saydıkları yakınlarına, kendi tespit ettiği miktar üzerinden belirli birer aylık verilecek, ayrıca İsmet İnönü’nün çocuklarına öğrenimleri için gerekli yardım yapılacaktı. Her sene faizden arta kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecekti.” Bütün taşınmaz mallarını, daha önce, hazineye ve belediyelere bağışlamıştı.6 Eylül’de Prof. Fiessinger dördüncü defa gelmiştir. Hastanın durumu nazikleşmiştir. Karında toplanan su rahatsızlığı artırmaktadır. Karın ponksiyonu yapılarak, toplanan su dışarı alınarak Atatürk ferahlatılmıştır. 11 Eylülde düzenlenen raporda kesin istirahat öngörülmüştür. Ziyaretler sınırlı olacak, yatakta dinlenmeye devam edilecek her türlü yorgunluktan kaçınılacaktır.Sonraki günlerde karında asit toplanması ilerlemiştir. Genel durumda çok yorgunluk ve takatsizlik vardır. Atatürk’ün çok arzu etmesine rağmen, 29 Ekim törenleri için Ankara’ya gitmek projesi, doktorlarca ertelenmiştir. 22 Eylül’de 2. defa ponksiyon yapılmış, karında biriken su dışarı alınarak büyük hasta ferahlatılmıştır. Sonraki günlerde de Cumhurbaşkanı sivil ve askeri erkânı kabul ile devlet işleriyle meşgul olmaya devam etmiştir.Ne var ki sinsi hastalık ilerlemekteydi. 16 Ekim akşamı ilk ağır koma gelir. Koma durumu 19 Ekime kadar devam eder. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 23 Ekim gününe kadar sabah ve akşam günde iki defa sağlık durumunu belirten bildiriler yayınlar.Atatürk komayı 20 Ekim’de atlatır. Cumhurbaşkanının arzusu, mümkün olduğu kadar çabuk Ankara’ya gitmek, eseri olan Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine katılmaktır. Fakat bu mümkün değildir. 29 Ekim’de bağrından çıktığı orduya bir mesajla seslenir: “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu… Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret vazifeni her an yapmaya hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam iman ve itimadımız vardır.” sözleri ile ordunun bayramını kutlar.1 Kasım 1938’de TBMM toplantısının açış konuşmasını onun yerine Celal Bayar okur. Yakınları ile son görüşmesi 6 Kasımdadır. 7 Kasım’da kesin emirleri üzerine, karına 3. defa ponksiyon yapılarak su alınır. 8 Kasımda Atatürk tekrar ağır bir komaya girer. Saat 19 dolaylarında başlayan koma gittikçe ağırlaşır. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tekrar resmi bildiri yayınlamaya başlar. 9 Kasım 1938’de saat 24’de yayınlanan bildiride “umumî durumunun tehlikeli bir hal aldığı” vurgulanır. Nihayet 10 Kasım Perşembe günü sevgili Atatürk, kendisini tedavi etmeye çabalayan hekimlerinin göz yaşları arasında, saat 9.05’te hayata veda eder.Hükümet acı haberi millete bir bildiri ile duyurdu. “…Türk Milleti Ulu şefini, insanlık büyük evlâdını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyaından dolayı ve derin taziyelerimizi sunarız… Ölmez olan onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye’sidir… Bugün ayrılığına ağladığımız Büyük Şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi… Ebedî Türk Milleti, onun eserlerini ebediyete kadar yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli emaneti olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. Kemal Atatürk, Türkün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır”Haber yurt içinde çok büyük üzüntü yarattı. Dünyada geniş yankılara yol açtı. Türkiye’nin millî kahramanının tabutu, 16 Kasım’da Dolmabahçe Sarayında hazırlanan katafalka konuldu ve halkın ziyaretine açıldı. Sonsuz acılar içinde kıvranan halk, kurtarıcısı olan Atasına saygısını, bir insan seli şeklinde hıçkırıklar ve gözyaşlarıyla dile getirdi.Atatürk’ün Ölümü, Türk milletini sonsuz üzüntüye boğarken, bütün dünyada derin yankılar uyandırdı. Çünkü Atatürk, adeta inanılmaz ölçüde olumsuz koşullar içinde, dünyanın en güçlü devletlerine karşı bağımsızlık bayrağını açmış ve emperyalist güçleri dize getirmiş, ülkesini tam bağımsızlığa kavuşturan milli bir kahramandı. Bu niteliği ile o, esaret altındaki Asya ve Afrika ülkeleri için, bir yol gösterici, bir ümit ışığı haline gelmişti. Diğer taraftan o, istilâdan kurtardığı ülkesinin bir daha aynı duruma düşmemesi, canı ve kanı pahasına elde ettiği bağımsızlığını sonsuza kadar koruyabilmesi için “Batıya rağmen, Batılaşma”, bir başka deyimle çağdaşlaşma yolunu açmış ve Türkiye’yi onbeş yıl içinde, her bakımdan tanınmayacak kadar değiştirmiş, çağdaş bir devlet haline getirmişti. Ayrıca barış ve istikrara dayalı gerçekçi bir dış politika ile Türkiye’yi düşmanı olmayan bir ülke konumunda bırakmıştı.Eserleriyle milli bir kahraman, modern bir devlet kurucusu, ileri görüşlü bir Devrimci ve “Yurtta barış, dünyada barış” politikasının güvenilir bir uygulayıcısı olarak dünyanın saygısını kazanmıştır. Dolayısıyla Atatürk’ün elim kaybı dünyanın her tarafından ses getirmiştir.“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” (M.Kemal Atatürk) Celil ÖZCANADD Edirne Şubesi Y.K. Başkanı
YAŞAM
23 Kasım 2017 - 05:06
ATATÜRK'ÜN SAĞLIK SORUNLARI
YAŞAM
23 Kasım 2017 - 05:06